and
ve.
apples and oranges: elmalar ve portakallar.
and
ile.
My father and mother are out: Babamla annem dışarı çıktılar.
and
… de, hem … hem de … .
She sang and danced: Hem şarkı söyledi, hem de dansetti.
Summer and
winter he takes a walk: Yazın da, kışın da yürüyüş yapar. (Yaz kış yürüyüş yapar).
He can read and write: Hem okur, hem de yazar.
He spekas English, and that very well: İngilizce konuşur, hem de pek güzel konuşur.
and
sonra.
He read for an hour and went to bed: Bir saat okudu, sonra yattı.
and
biteviye, durmadan, fasılasız, tekrar tekrar.
He coughed and coughed: Durmadan/biteviye öksürdü.

He walked miles and miles: Kilometrelerce yürüdü.
and
sonunda.
He told her, and she wept: O söyledi, (sonunda) o da ağladı.
and
maksadıyla.
Try and come tomorrow: Yarın gelmeye gayret et.
and
daha.
Six and two makes eight: Altı iki daha sekiz eder.
and
bazen zıt şeyleri bir arada söylemek için kullanılır:
There are dogs and dogs, some are mean, some
friendly: Köpek var, köpek var; kimisi vahşi, kimisi insancıldır.
and
gittikçe.
better and better: gittikçe daha iyi.
smaller and smaller : gittikçe daha küçük,
küçülerek, azalarak.
worse and worse: gittikçe daha fena, fenalaşarak. kötüleşerek.
and
yoksa, aksi halde.
Stir and you are a dead man: Kıpırdama, aksi halde vururum.
and
… halinde, … olarak. t
wo and two: ikili olarak, ikişer ikişer.
to walk two and two: ikişer ikişer yürümek.
and
şayet, eğer.
and you please: isterseniz, arzu edersniz, lütfen.
and
ands: ilâve (şartlar/koşullar vb.). no ifs, ands, or buts: hiçbir ilâve, değişiklik, tevil falan yok!
and
vow
and
pledge
and
sacrament

and
bk. ant